Salvador Dali


ÖZET : Bilinç altı ve rüyaların resmini yapan sürrealizmin en önemli ressamlarından. İspanyol. Tam bir çılgın. Yatağa yatarken eline bir yastık alıp yere sarkıtan ve yastık yere düşünce ses çıkardığında uyanıp tekrar tekrar resim yapan bir ressam.

HAYATI
Salvador Dalí, 11 Mayıs 1904 tarihinde, İspanya’nın Katalonya bölgesinde bulunan Figueres kentinde, Salvador Dalí i Cusí ve Felipa Domenech Ferres çiftinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Tam ismi Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí y Domènech’ dir. Çiftin 1901 doğumlu ilk çocuğu, Dalí’nin doğumundan tam dokuz ay on gün önce 1 Ağustos 1903 yılında sindirim yolu iltihabından ölmüş, onun ismi olan Salvador da ikinci çocuğa isim olarak verilmiştir. Anne ve babası ilk çocuklarını kaybetmiş olmanın travmasını hiç atlatamamıştır. Dali çifti, küçük Dalí’nin yanında sık sık ölmüş ağabeyinden bahsediyorlardı. Ayrıca kardeşinin bir resmini yatak odalarının duvarında tutuyor, ve Dalí’yle beraber düzenli olarak ilk Salvador’un mezarını ziyaret ediyorlardı. Çocukluğunu bu ortamda geçirmesi Dalí’nin küçük yaşta kendi kimliği konusunda karışıklık yaşamasına sebep olmuştur. Sonradan, hiç tanımadığı ağabeyi hakkında “iki su damlası gibi birbirimize benziyorduk, fakat yansımalarımız farklıydı […] O, herhalde benim fazla mutlak olarak tasarlanmış ilk versiyonumdu.” diye yazacaktı. Dalí’ nin babası, sert ve otoriter karakteri olan bir noterdi. Annesi ise tam tersine sevecen ve anlayışlı bir mizaçtaydı. Annesi oğlunun resim konusundaki çabalarına destekliyordu. Dalí üç yaşındayken kızkardeşi Ana María doğdu. Evin tek erkek çocuğu olması sebebiyle, annesi, kızkardeşi, teyzesi, anneannesi ve bakıcısından yani evdeki diğer kadınlardan sürekli ilgi gören Dalí, küçük yaşlarından itibaren şımarık ve kaprisli bir karaktere bürünmeye başladı. 1914 yılında annesinin desteğiyle özel bir resim okuluna yazıldı. 1919 yılında ise Figueres Belediye Tiyatrosu’nda ilk sergisini açtı. 1921 yılının Şubat ayında çok sevdiği annesi maalesef meme kanseri hastalığından vefat etti. Annesinin ölümü hakkında “hayatımda aldığım en büyük darbeydi. Ona tapardım […] Ruhumun kaçınılmaz kusurlarını görünmez kılabilmesine hep güvendiğim bir varlığın kaybını kabullenemiyordum.” diye yazacaktı. Dalí’ nin babası, karısının ölümünden kısa süre sonra baldızıyla evlendi. Dali, 1922 yılında Madrid’e taşındı ve burada bir okula yazıldı. Yaptığı ilk eserlerde kübizm ve dadaizm etkileri görülmektedir. Fransa ve İsviçre kökenli olan bu yeni akımlar, o sıralar Madrid’de popüler değildi. Yeni akımların kullanıldığı bu resimler kısa sürede ilgi çekmeye başladı. Dalí, Madrit’de geçirdiği yıllarda, kendisi gibi avangart sanata meraklı olan film yapımcısı Luis Buñuel ve şair Federico García Lorca ile yakın arkadaş oldu. 1923 yılında disiplinsizlik yüzünden geçici olarak okuldan uzaklaştırılan Dalí, aynı yıl Girona’da anarşist gösterilere katıldığı için tutuklandı ve bir süre gözaltında tutuldu.1925 yılında okula geri döndü, ve Barcelona’da ilk kişisel sergisini açtı. Resimleri eleştirmenler tarafından hem ilgi hem de şaşkınlık uyandırdı. Dalí, 1926 yılında Paris’e gitti ve büyük saygı duyduğu Pablo Picasso ile tanıştı. Tanıştıktan sonraki birkaç yıl boyunca, Dalí’nin eserlerinde Picasso büyük etkisi olacaktı. Paris gezisinden döndükten kısa süre sonra okulundan temelli kovulan Dalí, çok geçmeden askere alındı. 1927 yılının Ekim ayında askerlik hizmetini bitirdi ve 1928 yılının Mart ayında sanat eleştirmenleri Lluís Montanyà ve Sebastià Gasch ile beraber, sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan “Sanat Karşıtı Katalan Manifesto” yu yazdı. 1929 yılında arkadaşı Luis Buñuel ile beraber çektikleri Bir Endülüs Köpeği adlı avangart kısa film, sürrealist sanat çevrelerinde büyük şöhret kazandırdı. Aynı yıl ikinci kez Paris’e giden Dalí, burada ressam Joan Miró aracılığıyla sürrealist akımın öncüleri André Breton ve Paul Éluard ile tanıştı. Éluard’ın karısı Gala (asıl ismi Helena İvanovna Diakonova), tanıştıkları andan itibaren Dalí’nin ilgisini çekti, ve 1929 yazında Dalí ile Gala arasında, sonradan evliliğe dönüşecek olan tutkulu bir ilişki başladı. 1931 yılında Dalí, en meşhur eseri olan Belleğin Azmi’ ni yaptı. Yumuşak Saatler ya da Eriyen Saatler olarak da bilinen eserde, geniş bir kumsal manzarası önünde eriyen cep saatleri resmedilmiştir. Eser genel olarak, katı ve değişmez zaman kavramına karşı bir protesto olarak yorumlanabilir. Dalí daha sonra bu resmi yaparken ilhamı, sıcak Ağustos güneşi altında erimekte olan bir Camembert peynirinden aldığını yazdı. 1929 yılında itibaren beraber yaşayan Dali ve Gala, 1934 yılında devlet nikâhıyla evlendiler. (1958 yılında bir Katolik düğünüyle nikâh tazeleyeceklerdi.) Aynı yıl New York’ta bir sergi açan Dalí, ABD’de büyük sansasyon yarattı ve büyük üne kavuştu. Oldukça ilginç bir felsefesi vardı. 1936 yılında Londra Uluslararası Sürrealist Sergisi’nde bir konuşma yapması istenince, sahneye eski tip hantal bir dalgıç tulumu içinde çıktı. Tulumun beline mücevher işlemeli bir kama takmıştı; bir elinde bir bilardo ıstakası tutuyor, diğer eliyle de bir çift kurtköpeğini çekiştiriyordu. Konuşma sırasında nefes almakta zorluk çekince, dalgıç kıyafetinin başlığı çıkarıldı. Dalí, 1937 yılında Hollywood’a giderek zamanın meşhur komedyenleri Marx kardeşler ile tanıştı ve onlar için bir film senaryosu yazdı.1938 yazında ise Londra’da, hayranı olduğu Sigmund Freud ile tanıştı ve ünlü psikoloğun birkaç portresini yaptı. Tüm sürrealistler gibi Dalí de bilinçaltının dışavurumuyla ilgileniyor ve Freud’un bilinçaltı konusundaki yazılarını ilgiyle takip ediyordu. 1936 yılında başlayan ve tüm İspanya’yı kaosa sürükleyen İspanya İç Savaşı, 1939 yılında General Francisco Franco’nun galibiyetiyle sona erince, Dalí yeni kurulan faşist rejimi desteklediğini açıkladı. Bu hareketinden sonra ondan zaten hoşlanmayan sürrealistler, Dalí’ye açıkça sırtlarını döndüler. Sürrealist grubun önderi Breton, Salvador Dalí’nin isminden iğneleyici bir anagram çıkardı: Avida Dollars (Dolar Heveslisi). Dalí ise cevap vermekte gecikmedi: “Le surréalisme, c’est moi!” (Sürrealizm benim!)Sürrealistler ve Dalí arasındaki çekişme, Dalí ölene kadar devam etti. 1940 yılında Dalí ve Gala, tüm Avrupa’yı etkisi altına almaya başlayan II. Dünya Savaşı’ndan kaçarak ABD’ye yerleştiler. Dokuz yıl boyunca ABD de yaşadılar. 1942 yılında Dalí, Salvador Dalí’nin Gizli Hayatı isimli otobiyografisini yayımladı. 1945-1946 yıllarında, Walt Disney ile beraber Destino, Alfred Hitchcock ile beraber Spellbound filmlerinin yapımında çalıştı. 1947 yılında sürrealist bir Picasso portresi resmetti. 1949 yılında Dalí, karısıyla beraber Avrupa’ya geri döndü ve memleketi Katalonya’ ya yerleşti. Yıllarca uzak kaldığı vatanına döndükten sonra, hayatının sonuna kadar buradan ayrılmadı. Faşist Franco rejimiyle yönetilen İspanya’ya yerleşmesi, daha öncede sorun yaşadığı sol görüşlü sanatçı ve aydınların tepkisini çekti. Dalí 1951 yılında Katolisizm’in ve modern bilimin bazı kavramlarını sentezlediği Mistik Manifesto,yu yayımladı. II. Dünya Savaşı sonrası eserlerinde, Katolik temalar ve DNA, hiperküp (dört boyutlu küp) ve atomik çözünme gibi modern bilim kavramları öne çıkardı. Dali, Hiroşima’da patlayan atom bombasının gücünden çok etkilenmişti. Atom bombasının etkisiyle hayatının bu dönemine “nükleer mistisizm” adını veriyordu. Yine bu dönemde Dalí, tuvale boya sıçratma, hologramlar, optik yanılgılar ve stereoskopi gibi pek çok değişik teknikle deneme resimler yaptı. 1960 yılında Figueres belediye başkanı, yıllar önce Dalí’nin ilk sergisine ev sahipliği yapmış ve iç savaşta zarar görmüş olan Belediye Tiyatrosu’nu “Dalí Tiyatrosu ve Müzesi” adıyla restore etmeye karar verdi. Dalí, 1974 yılına kadar müzenin inşaatı ve dekorasyonuyla kendi ilgilendi ve bu işe çok emek ve zaman harcadı. Müze 1974 yılında açıldı fakat Dalí 1980’lerin ortasına kadar ufak eklemeler ve değişiklikler yapmaya devam etti. 10 Haziran 1982 yılında hayatında çok önemli bir yere sahip olan Dalí’nin çok sevdiği karısı, menajeri, modeli ve ilham perisi Gala hayatını kaybetti. Dali Gala’nın ölümünden sonra yaşama isteğini kaybetti. Yaşadığı yeri değiştirerek karısının öldüğü ve gömüldüğü Púbol Kalesi’ne yerleşti ve münzevi bir hayat yaşamaya başladı. 1982 yılı Temmuz ayında İspanya Kralı Juan Carlos, Dalí’yi Púbol Markisi ilan etti. Dalí bu iyiliğe karşılık olarak, krala Avrupa’nın Başı adlı çizimini hediye etti. 1983 yılında Púbol Kalesi’nde yaptığı Serçenin Kuyruğu adlı tablo, Dalí’nin son eseridir. Dali,1984 yılı Ağustos ayında kaledeki yatak odasında bilinmeyen bir sebepten çıkan yangında bacağından yaralandı. Bu olaydan sonra Figueres’e döndü ve Salvador Dalí Tiyatro ve Müzesi’nde yaşamaya başladı. Çok yönlü bir sanatçı olan Dalí hayatı boyunca, 1500’den fazla resim ve onlarca heykelin yanı sıra, çeşitli taş baskı eserler, kitap illüstrasyonları, tiyatro dekorları ve kostümleri üretmiştir. Ayrıca, Man Ray, Brassaï, Cecil Beaton ve Philippe Halsman gibi fotoğraf sanatçılarıyla ve Elsa Schiaparelli, Christian Dior gibi moda tasarımcılarıyla beraber çalışmıştır. Dalí’ nin eserlerinin büyük çoğunluğu, Figueres’deki Dalí Tiyatro ve Müzesi’nde bulunmaktadır. Florida’nın St. Petersburg kentindeki Salvador Dalí Müzesi, Madrid’deki Reina Sofia Müzesi ve Los Angeles’taki Salvador Dalí Galerisi de sanatçının yüzlerce eseri bulunmaktadır. Dalí’nin 1965 yılında New York’taki Rikers Island Hapishanesi’ne bağışladığı çarmıha gerilmiş İsa resmi, 1981 yılına kadar hapishanenin yemekhanesinde asılı durduktan sonra buradan alınarak hapishanenin lobisine asılmış, 2003 yılında ise kimliği belirsiz kişilerce lobiden çalınmıştır. 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından, sürrealizmin yani gerçeküstücülük akımının temsilcisi Salvador Dali’nin başlıca esin kaynağı düşler, korkular ve hayallerdir. Dali, resim sanatının akışına yön veren eserleriyle İstanbul’da da sergilenmiştir. Dali’nin kapsamlı bir retrospektifi niteliğini taşıyan “İstanbul’da Bir Sürrealist Salvador Dali” adlı sergisinde 19 Eylül 2008-19 Ocak 2009 tarihleri arasında İspanyol sanatçının yağlı boya tabloları, çizimleri ve grafiklerinin yanı sıra el yazmaları, defterleri, mektupları ve fotoğrafları gibi 380 parça eseri İstanbul’da sergilenmiştir. Salvador Dalí birçok sanatçının tersine politikayla içiçe bir yaşam sürmüştür. Sürrealizmin kurucusu troçkist André Breton yanlısı olarak başladığı sanat yaşamına, ileriki dönemlerde iktidarı kanlı biçimde eleştiren faşist Franko yanlısı olarak devam etmiştir. Gençliğinde anarşist- komünist yazılarında daha çok okuyucuyu şok etmek üzerine odaklanmıştır. İspanya iç savaşı başladığında, Dali savaşmaktan ve bir grubun yanında yer almaktan uzak durdu. Daha sonra İkinci Dünya Savaşında George Orwell, Dali’yi “Fransa tehlikeye düştüğünde fare gibi kaçmakla” eleştirmiştir. Yıllar sonra o dönemini Dali “Avrupa savaşı yaklaştığında tek düşündüğünün tehlike daha da yaklaştığında tıkılabileceği fırını güzel bir yer bulabilmek” olduğunu belirtmiştir. Salvador Dali, sanatın farklı alanlarına ilgi duymuş, ressamlığın yanı sıra heykeltıraşlık, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmişti. Fakat bunların dışında bilime de apayrı bir önem verdi. 1930’lu yıllarda ilham kaynağı optik ilüzyonlar ve çifte görüntüler, 1940 yılında Max Planck’ın kuantum kuramı, 1945’teki Hiroşima faciasından sonra atomun parçalanmasıydı. 1950’lerin başında, atom bombasını bir yana bırakmış, dikkatini Alman fizikçi Werner Heisenberg’in “tanecik”lerine vermişti. 1953 yılından itibaren tam 23 yıl boyunca, DNA molekülünün yapısı, hem gündelik yaşamının, hem de sanatının ayrılmaz bir parçası oldu. Çift sarmalın, yaşamın temel şekli olduğuna inandı ve on kadar tablosunda bu simgeyi kullandı. “Kelebekli Manzara, DNA’li Sürrealist Manzarada Büyük Mastürbatör adlı tablosunda, Freudyen simgelerle dolu araziye, DNA’yı üç boyutlu biçimde yerleştirmiştir. Salvador Dali, “Tanrı’ya inanıyorum, ama inançlı değilim. Matematik ve bilim, bana Tanrı’nın olması gerektiğini anlatıyor, ama inanmıyorum” demiştir. Dali, 1980’lerden başlayarak ölümüne dek, matematikle ilgilendi. Özellikle, sürekli fonksiyonların sürekli olmayanlara dönüşebileceğini ve bir fonksiyonun değerinin aniden değişebileceğini gösteren Fransız matematikçi Rene Thom’un katastrof teorisine ilgi duydu. Son eseri Çatalkuyruk’da olduğu gibi, çok sayıda matematiksel sembolü resimlerine taşıdı ve onlar aracılığıyla yaşam felsefesini yansıtmaya çalıştı, fakat DNA molekülüne tutkusunu hiçbir zaman kaybetmedi. Dali 81 yaşına geldiğinde doğum yeri Figueres’te düzenlediği “Doğada Rastlantı” adlı kongreyle bilime düşkünlüğünü taçlandırdı. Konuşmacıların neredeyse tamamı, Nobel ödülü kazanmış bilim insanlarıydı. Kimyacı Ilya Prigogine, fizikçi Jorge Wagensberg, matematikçi Rene Thom katılımcılar arasındaydı. Dinleyicilerin arasında bilim dünyasının ileri gelenleri, ünlü filozoflar ve sanatçılar da bulunuyordu. Kongre sırasında Dali, yatağından kalkamayacak kadar hastaydı ve her şeyi kapalı devre televizyon kameralarının görüntülerinden izleyebildi. Dali, bu kongreden üç yıl sonra 23 Ocak 1989 kalp yetmezliğinden öldü. Başucunda iki fizikçi ve bir matematikçinin kitaplarını buldular. Bunlar,Stephen Hawking, Erwin Schrödinger ve Matila Ghyka idi. Dalí, Figueres’te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömülmüştür. Dali öldüğü son ana kadar Gala’ nın adını sayıklamıştır.

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com