ROMANTİZM (COŞUMCULUK)


Şemsiye (Le Parasol), (1777) Goya

 
Madrid Prado Müzesi KoleksiyonuRomantizm, 18.yüzyılda klasisizme tepki olarak Fransa’da doğmuş bir edebi akımdır. 1790 yılından 1850 yılına kadar Avrupa’da edebiyatın müziğin felsefenin görünümünü köklü bir şekilde değiştirmiş ve resimde yenilenmeye yol açmıştır. Belli bir tanıma girmeyen niteliğini koruyan, var olmanın özgür bir ruh hâlini işaret etmektedir. Akımın ortaya çıkışında ise 1789 Fransız İhtilali sonrasında ki toplumsal, siyasal ve düşünsel yapının etkileri vardır. Romantizm bir edebiyat akımı olmanın ötesinde, 18.yy.sonu ile 19. yüzyıl başlarında Avrupa’da yer etmiş belli bir duyarlılığı göstermektedir. Fransa’da doğan bu hareket İtalya ve İspanya’ ya biraz daha geç girmiştir. Klasik edebiyat akımına tepki olarak 18. yüzyılın sonlarında doğan ve Victor Hugo’yla birlikte büyük ün kazanan Romantizm, insanın yaratma özgürlüğü önündeki her şeye karşı durmaktadır. “En iyi kural, kuralsızlıktır” diyen romantikler, insanın duygularını, düş gücünü hayata geçirmesini ve insanı düzeltmenin toplumu düzeltmekle olabileceğini savunmuşlardır. İngiliz romantikleri yalnızca uygarlığın yapmacılığına, tarihin acımasızlığına değil, aynı zamanda Fransız devrimcilerinin yanında yer almışlardır. İlk İngiliz romantizmi doğuya, kadına ve çocuk dünyasına yöneliktir. İkinci romantik kuşak Lord Byron yaşamda duyulan acıyı dile getirmekte ya da asi kahramanların şarkısını söylemektedir. 1824 yılında başkaldıran Yunanlılar’ın arasında ölümüyle romantik umutsuzluğun simgesi olmuştur. Romantizm, resimde de kendini göstermiş ancak ifadesini biçimden çok düşüncede bulduğundan belirli bir üslup benimsenememiştir. Goya, Turner, Delacroix’in coşkunluğu kadar Blake’in yeni klasikçiliği ya da Delaruche’nin kurallara bağlı tarzı, Füssli’nin düşselliği, Biedermeier’in burjuva dünyası romantizm hareketinden kaynaklanmaktadır. Romantizm, klasikçilik kuramının önderi Ingrer’i de etkilemiştir. Doğa duygusuna metafizik bir anlam katmış, kimilerine bir renk zevki aşılamış, özneliği, melankoliyi, kaygıyı doruk noktasına çıkarmış; akıldışı olanı savunmuş, gotik hayranlığını kamçılamış; doğruculuğu yüceltmiştir. Şövalye romanları, İskandinav sagaları ve Ossian’ın düzmece şarkılarında kendine konular aramışlardır. Plutarkhos’un kişilerinin yerini, Shakspeare’in, W. Scott, Bryon, Goethe, Hugo’nunkiler almıştır. Fırtınalar, gün batımları, uçurumlar, baykuşlar, kurukafalar, ürkmüş atlar, ikonografide önemli bir yer tutmaya başlamıştır. İngiltere’de Edmund Burke’ün “A Philosophical Enquiry into the origine of our ideas of the sublime and Beautiful” adlı kitabıyla başlayan romantizm, Gainsbrarough’u son yapıtlarında ve bir ölçüde Reynolds, Reaburn, Lawrence’in büyük portrelerinde kendini göstermiştir. Müziğin öncelikle insanın duyum ve duygularına seslenmesi ölçüsünde, aklın önceliğini tartışma konusu yapan romantizmle müzik arasında doğal bir yakınlık ortaya çıkmıştır. Romantizmle birlikte iç dünyayı yansıtan yapıtlar, yoğun bir duygusal içerik kazanmıştır. Büyük çaplı yapıtlar, yeni bir gerilim ve dokunaklılığa ulaşmıştır. Orkestra zenginleşmiş, çeşitlenmiş ve çalgıların tınısı ve rengi üzerinde titizlikle durulmuştur. Bu hareket, kaynağını Almanyadaki “Sturm und Drang” ve Fransız Devrimi’nin ideolojisinde bulmuştur. Almanya ve Avusturya’da benimsenen romantizmin başlıca örnekleri Beethoven’ın büyük partisyonlarıdır. 18. yüzyılda Alman düşünürler felsefeyi bir doğa felsefesi ve sanat felsefesi olarak tanımlamışlardır. Romantizm, akılcı eleştiriden çok, canlı hatta bilinçdışı yaratma adı verilen öncelikle dikkat çeken felsefi bir duruma getirmiştir. Önemli ya da önemsiz birçok düşünür romantik olarak kabul edilebilir. Fakat felsefede romantik olguyu en yetkin biçimde Novalis ve Schelling dile getirmiştir. Şair yanı daha ağır basan Novalis, eserlerini tamamlayamadan genç yaşta ölmüştür. Schelling ise metafizikçi ve sistematiktir. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm, doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları zorlayıp geçmeye önem vermektedir. Tarihsel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın, yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarmaktadır.

TEMSİLCİLERİ
Goethe
Schiller
Coleridge
Wordsworth
Montesquieu
Aiphose De Lamartine
Victor Hugo
Voltaire
Lord Byron
Puşkin
Bernardin de Saint-Pierre
Madame de Stael
François-Rene de Chateaubriand
Valter Scott
Percy Bysshe Shelley
John Keats
Alfred de Vıgny
Alexandre Dumas-Pere
Charles-Augustin Sainte-Beuve
Gerard De Nerval
Edgar Allan Poe
Alfred de Musset
Jean Jacques Rousseau
Francisco Goya‎
Eugène Delacroix‎
Alexandre Cabanel
Eugenio Lucas Velázquez

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com